AVARLAR
Orta Asya'da Juan-juan adıyla bilinen, Avarların kökenleri konusunda kesin bilgilere sahip değiliz. Ancak son ilmî araştırmalar, Avarların iki kavim unsuruna dayandığını ortaya koymuştur. İşte bugün, bunlardan en az birinin Türk kökenli olduğunu söyleyebilmekteyiz. Ayrıca Avrupa'da büyük etkiler bırakan Avar topluluklarının da bu Türk unsurlara dayandığı söylenebilir.
Avarlar, 552 yılında Göktürk devletinin kurulması üzerine, İç Asya'daki yurtlarını terk ederek batıya doğru kaçmışlardı. Önce Kafkasya'da görünen Avarları Bizanslılar, Uarhunit (Avar-Hun) diye adlandırmışlardır. Burada Bizans ile vardıkları bir anlaşma ile 558'de Sabar devletine son verdiler. Bu sayede Volga (İtil) ırmağından Tuna'ya kadar olan sahada hâkimiyet kurmuşlardır. Ancak Göktürklerin baskısı ile burada fazla tutunamayarak önlerine çıkan bir kısım Slâv kabilelerini yenerek, Onogur (Bulgar), Otrigur, Kutrigur gibi Türk asıllı kavimleri de sürükleyerek Karadeniz'in kuzeyinden Tuna nehri boylarına kadar ilerlediler. Bu sırada Bizans'a elçiler göndererek, Bizans arazisinde yerleşebilecekleri bir yer istediler. Bizans, Göktürk baskısı yüzünden, Avarların bu isteklerine çekingen davranmıştır.
567 yılında Macar ovasına gelen Avarlar, bu bölgede yaşayan güçlü Germen kavimlerinden Gepidleri dağıtmış, Lombardlar'ı da İtalya'ya göçe mecbur etmişlerdir. Böylece Avarlar, Macar ovasına tek başlarına hâkim oldular.
Bu sırada Avarların başında meşhur Bayan Han bulunuyordu. Avarların bu başarısından sonra Macaristan'ın tamamı, tarihte ilk defa olarak, tek bir siyasî güç etrafında toplanıyordu. Ayrıca, Avarların hâkimiyeti altında bulunan Slâvlar, tarihlerinde ilk defa, tek bir siyasî idare altında bir araya gelmiş oluyorlardı.
Bu tarihten sonra Avarların Bizans'a yöneldiklerini görüyoruz. Trakya ve Makedonya'da büyük akınlar yapan Avarlar, iki defa Selânik'e kadar ilerlemişler ve şehri kuşatmışlardı. Avar askerî baskıları sonunda Bizans, ancak onlarla büyük meblağlar tutan yıllık vergiler ödemek suretiyle barışı sağlayabiliyordu.
Bir ara Avarlar, İstanbul'u kuşatarak, Bizans'a korkulu anlar yaşatmışlardı (626). Bu tarih Avar hâkimiyetinin zayıflamaya başladığı zamana rastlar. Zira bu esnada Avarların hâkimiyetinde bulunan Slâv kabileleri ve Türk asıllı Bulgarlar ayaklanmışlardır. 679 yılında Tuna Bulgar devletinin kurulması da Avar devletini sarsmıştır. Buna rağmen Avarlar varlıklarını IX. yüzyılın başına kadar koruyabilmişlerdir.
776-803 yılları arasında, bir yandan Frank kralı Büyük Şarl, bir yandan da Bulgar hükümdarı Kurum Han'ın Avarlara karşı giriştikleri saldırılar, Avar devletinin sonu olmuştur.
Avarların Avrupa kavimleri üzerinde, önemli etkileri olmuştur. Avrupa kavimleri, özellikle de Slâvlar, devlet yönetimi ve askerlik konusunda Avarlardan çok şey öğrenmişlerdir. Üzengiyi ilk defa Avrupa'ya getirenler de Avarlar olmuşlardır.
BULGARLAR
453 yılında Attila'nın ölümünden kısa bir zaman sonra, Büyük Hun Devleti'ni oluşturan değişik ve çok sayıdaki kavim dağılmıştı. Bunlar arasında bulunan Türk asıllı kavimlerin, yeniden Güney Rusya ovalarına döndüğünü biliyoruz. Bu kavimler, tam bu sıralarda doğudan aynı sahaya gelerek yerleşen Onogur Türkleri ile karışarak Bulgar adı verilen yeni bir Türk kavmini meydana getirmiştir. Zaten Bulgar ismi de Türkçe, karışık manasına gelen bulgamak fiilinden gelmektedir.
Büyük Bulgar Devleti
Bulgarlar, 558 yılından sonra, bir süre Avarların hâkimiyetinde yaşadılar. Avarların 567 yılında Göktürk baskısı ile, güney Rusya'dan Orta Avrupa'ya doğru kaçmaları esnasında, çok sayıda Bulgar topluluğunu da beraberlerinde sürüklerler. Geride kalanlar ise Göktürk hâkimiyetine girerler. Bu Bulgar toplulukları, Bizans'ın da yardımı ile, VII. yüzyılın başlarında Göktürk hâkimiyetinden kurtulurlar. Böylece, Karadeniz kuzeyinde yaşayan Bulgar toplulukları reisleri olan Kobrat idaresinde, bir devlet kurabilmişlerdir. Onun zamanında devletin sınırları Kuban ırmağından Tuna'ya kadar uzanıyordu. Ancak Bulgarların büyük çoğunluğunu bir arada toplayan, bu Bulgar devleti uzun ömürlü olmaz. Hükümdarları Kobrat'ın ölümünden hemen sonra, Hazar devletinin baskısı ile parçalanır (643). Kobrat'ın büyük oğlu Bayan Han idaresinde, Kuban ırmağı boylarındaki yurtlarında kalan bir kısım Bulgarlar, Hazarların hâkimiyetine girmek zorunda kalmışlardır.
Tuna Bulgar Devleti
Hazarlara bağlanmak istemeyen Bulgarların bir kısmı kuzeye, bir kısmı da batıya gelerek, Balkanlarda Tuna Bulgar Devleti'ni kurdular (679). Batıya gelenlerin başında, Kobrat'ın küçük oğlu Asparuh bulunuyordu .
Tuna Bulgarları, bir yandan Avarlar ile bir yandan da Bizans ile mücadele etmişlerdir. Tuna Bulgarları'nın en büyük hükümdarı Kurum Han (803-814) idi. Onun zamanında büyük bir Bizans ordusu yenilmiş, imparatorları da bu savaşta ölmüştü. Bulgarlar, yine onun zamanında İstanbul'u kuşatacak kadar güçlenmişlerdi. Kurum Han giriştiği saldırılarla Avarlara da büyük darbeler vurmuştur.
Tuna Bulgarları'nın hâkim olduğu sahada, yoğun Slâv nüfusu yaşamaktaydı. İki yüz yıla yakın Türklüklerini muhafaza eden Bulgarlar, Boris Han zamanında Hristiyanlığı resmen kabul etmeleriyle (864) bu Slâv nüfus arasında eriyip gitmişlerdir. Bu bölgede XIV. yüzyıldan sonra, beş yüz yıl Osmanlı Türkleri egemen olacaklardır.
İtil Bulgar Devleti
Hazar hâkimiyetine girmek istemeyerek, kuzeye yönelen bir kısım Bulgarlar, İtil (Volga) boylarında yerleşmişler ve burada Moğol istilasına kadar devam edecek bir devlet kurmuşlardır.
İtil Bulgarlarının yerleştiği bölge, İslâm ülkeleri ile Hazarlar ve İskandinav kavimleri arasında ticaret yolları üzerinde idi. Ticaret ve tarım ile uğraştıklarını bildiğimiz Bulgarlar, uzun bir süre Hazarlara bağlı kalmışlardır. Bulgar Şehri diye bilinen başkentleri, zamanının önemli ticaret merkezlerinden idi.
Müslüman tüccarların tesiriyle X. yüzyılın başlarında İslâmiyet ile tanışan Bulgarlar, Abbasiler ile diplomatik ilişki kurmuşlardır. Bulgar hanı Almış, Abbasi halifesine başvurarak, İslâmiyet'i öğretecek din âlimleri istemiştir. Abbasi halifesi bu isteği kabul ederek, kalabalık bir heyeti 622 yılında Bulgarlara göndermiştir. Bu heyet içerisinde bulunan İbn Fadlan, başından geçenleri anlattığı seyahatnamesinde, Bulgarlar ve diğer Türk boyları hakkında önemli bilgiler vermektedir. İtil Bulgar Devleti'ne 1237 yılında, Altınorda Hanı Batu tarafından son verilmiştir.
İlk Müslüman Türk topluluklarından olan İtil Bulgarları, bugünkü Kazan Türklerinin atalarıdır. Diğer Bulgar toplulukları eriyip gittikleri hâlde, İtil Bulgarları Müslüman olmaları sayesinde kimliklerini koruyabilmişlerdir.
HAZARLAR
Avrupa'da kurulan ilk Türk devletleri için de en kuvvetli ve uzun ömürlü olanı Hazar devletidir. Karadeniz'in kuzeyine kadar hâkimiyetini genişleten Batı Göktürk Devleti'nin bir devamı olarak ortaya çıkmıştır. Göktürkler, VII. yüzyılın başında, Hazar Denizi ile Karadeniz arasında dağınık bir hâlde yaşayan, Sabar, Ogur ve Onogur gibi Türk kavimlerini kuvvetli bir birlik hâlinde teşkilâtlandırırlar. İşte bu birliğe Hazar adı verilmiştir. Hazarlar için Bizans ve Çin kaynaklarında Türk veya Türk-Hazar adı da kullanılmıştır. Hazar Devleti'nin kurucuları, Göktürk hükümdar ailesinin mensup olduğu Aşına soyundandırlar. Hükümdarlarına da Göktürkler gibi, kağan diyorlardı.
Hazarlar, Göktürk Devleti'nin yıkılışı ile tamamen bağımsız bir devlet haline gelmişlerdir (6 30).Hazarlar, Bizans, İran, Arap devletleri ile yoğun ilişkiler kurmuşlar, çeşitli Slâv kavimlerini ve İtil Bulgar Devleti'ni hâkimiyetlerine almışlardı. Bizans-Sasani savaşlarında Bizans ile ittifak yapmışlar ve Bizans'ın üstün gelmesinde önemli rol oynamışlardır (628). Hazar-Arap ilişkileri daha çok savaş şeklinde olmuştur. Güney Azerbaycan yönündeki Arap ilerleyişini durdurarak, Bizans'ı Doğu Avrupa yoluyla güvenceye almışlardır. Ancak Arap orduları, VIII. yüzyıldan itibaren Hazarlara üstünlük sağlamışlardır. Bir defasında bir Arap seferi karşısında Hazar kağanı barış istemek zorunda kalmıştır (737). Bu tarihten sonra Hazarlar arasında İslâmiyet yayılmaya başlamıştır. Hazarların yaşadıkları bölge canlı bir ticaret merkezî konumundaydı. Hükümdarlık ailesi yanında bir kısım halk da Yahudiliği seçmişti. Bugün Karaim adıyla bilinen Türk kökenli Yahudiler, Hazarların torunudurlar. Ülkelerinde Hristiyan, Müslüman vb. değişik dinlerden halk barış içinde yaşayabiliyorlardı. IX. yüzyılın ortalarında, Peçenekler'in İtil-Harezm ticaret yolunu ele geçirmeleri üzerine Hazarlar, başlıca gelir kaynakları ticaretin aksaması ile zayıfladılar. Daha sonra Peçenek ve kendilerine bağlı Slâv (Rus) prensliklerinin saldırılarıyla X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızla çöktüler . Dağılan Hazar toplulukları ise doğudan gelen Türk toplulukları arasında erimişlerdir.
Hazarların devlet teşkilâtı ve askerlik alanında Slâv (Rus) kavimleri üzerinde büyük etkileri olmuştur. Bugünkü Hazar Denizi, adını Hazar Türklerinden almıştır.
MACARLAR
Macarlar, Fin-Ugor kavimlerinin Ugor kolundandır. Macar adı, bu kolun diğer adı olan, Manysi-er'den gelmektedir. İlk yurtları İtil (Volga) ırmağının yukarı kısımlarıdır. VI. yüzyılda Sabarlar tarafından güneye itilen Macarlar, Hazar Kağanlığı'na bağlanmışlardır. Bu dönemde yaşadıkları bölge, Don ve İtil ırmakları arasıdır. Macar tarihinde ve destanlarında önemli bir yer tutan bu bölgeye Macarlar, Etel-Közü adını vermişlerdir. Bu bölgede Onogur Türkleri'nin de karışmasıyla bugünkü Macar milletinin çekirdeği oluşmuştur. Macarların diğer adı olan Hungar sözü de bu Onogur'dan gelmektedir.
Macarlar, IX. yüzyılın sonlarına doğru Peçenekler tarafından batıya itilmişlerdir. Bu sırada başlarında Hazar Türkleri'nden Kabar oymağından Almışoğlu Arpad bulunuyordu. Artan Peçenek baskısı karşısında daha da batıya kayan Macarlar, 896 yılında, kendi adları ile anılan bugünkü yurtlarına geldiler. Bu bölgede Avrupa içlerine yaptıkları akınlar ve Almanlarla giriştikleri mücadelelerle adlarından uzun süre söz ettirdiler. 1000 yılında Katolik mezhebini kabul ederek Hristiyanlaşmışlardır. Macarlar, Avrupa'da Slâvların birlik oluşturmasını engellemişler ve ayrıca Almanların Balkanlara sarkmasını da önleyerek denge unsuru olmuşlardır. 150 yıl kadar Osmanlı idaresinde yaşayan Macarlar, Avrupa'da önemli bir güç olarak, günümüze kadar gelmişlerdir.
PEÇENEKLER
Peçenekler, Uz (Oğuz), Kuman gibi Türk boyları ile birlikte Orta Asya'dan doğu Avrupa'ya akan büyük bir göç dalgası içerisinde yer almışlardır. Oymaklar birliği biçiminde hareket eden Peçenekler, siyasî hayatları boyunca bir devlet düzenine geçememişlerdir. Peçenekler, Batı Göktürklerini oluşturan Onoklardan gelmektedirler. Önceleri Isık -Balkaş gölleri dolaylarında oturuyorlardı. Batı Göktürk Kağanlığı'nın dağılmasından sonra, Karluk ve Oğuz baskısı ile VIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı Sibirya'ya çekilmişlerdir. Hazar-Oğuz ittifakının zorlaması ile İtil ırmağını geçerek Don ve Dinyeper nehirleri arasında yaşayan Macarları yurtlarından etmişlerdir. Böylece Peçenekler, Azak denizi ile Karadeniz arasında kalan sahaya hâkim olurlar. Bu geniş sahada 130 yıl kadar hâkim olan Peçenekler, bu süre içerisinde Ruslar'a ağır darbeler indirmişler ve onların Karadeniz'e inmelerine engel olmuşlardır. Ayrıca Bizans ile de iyi ilişkiler kurmuşlardır. Ancak doğuda artan Uz (Oğuz) baskısı karşısında Peçenekler yerlerini terk edeceklerdir. 1036 yılından sonra aşağı Tuna boylarında gördüğümüz Peçenekler, Uz ilerleyişinin durmaması üzerine Balkanlara inmeye başladılar.
Peçeneklerin bir kısmı Bizans hizmetine girerek Bizans topraklarında yerleştirilmişlerdir. Hatta bunların bir kısmı 1071 Malazgirt Meydan Muharebesinde, Alp Arslan'ın tarafına geçmek suretiyle Bizans'ın yenilgisinde rol oynamışlardır. Selçuklu Türklerinin Anadolu'yu yurt edindikleri tarihlerde, Peçenekler de Balkanlar da Bizans ile şiddetli mücadelelere girmişlerdi. Bu sırada İzmir'i alarak Batı Anadolu 'da güçlü bir beylik kuran Çakan Bey, İstanbul'u zapt etmek istiyordu. Bu amaçla Çakan Bey, soydaşları Peçenekler'le ittifak kurdu. Çok zor durumda kalan Bizans'ın yardımına yine bir başka Türk boyu Kumanlar yetişmiştir. Peçenekler, Bizans'ın kışkırtması ile 40 bin Kuman atlısının baskınına uğrayarak ezildiler (1091). Bu olaydan sonra artık Peçenekler siyasî bir varlık olmaktan çıkmışlardır. Dağınık gruplar hâlinde Hristiyanlaştırılarak yerli halk arasında eridiler.
KIPÇAKLAR
Doğuda Kıpçak, batıda Kuman adıyla tanınan bu Türk kavmi, aslında iki Türk kavminin birleşmesinden meydana gelmiştir. Batı Göktürk topluluklarından Kimeklerin bir kolu olan Kıpçaklar, önceleri Balkaş gölünden İrtiş ırmağına kadar olan bölgede oturuyorlardı. Güneyden Kumanların kendilerine katılmalarıyla güçlerini daha da artırmışlar ve çeşitli sebeplerle İtil ırmağını geçerek batıya yönelmişlerdir. Batıda daha çok dış görünüşleri ile alâkalı olarak, sarışın manasına gelen çeşitli adlar verilen Kıpçaklar, kaynaklarda beyaz tenli, sarı saçlı, güzel görünüşlü insanlar olarak tasvir edilmektedirler.
Uzun süren mücadelelerden sonra Uzları batıya sürerek, XI. yüzyılın ikinci yarısında Karadeniz'in kuzeyindeki geniş bozkırlara gelip yerleştiler. Bu Uz (Oğuz)-Kıpçak mücadeleleri ünlü Dede Korkut destanlarının esas konusunu oluşturur. Kıpçaklar Karadeniz'in kuzeyindeki yeni yurtlarında, 150 yılı aşan bir süre hâkimiyet kurmuşlar, Rus ve Balkan tarihinde derin izler bırakmışlardır. Yaşadıkları bölge, o zamandan başlayarak, İslâm kaynaklarında Deşt-i Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) adını alacaktır.
Kıpçaklar bir çok kere Tuna'yı geçerek Balkanlar'a ve Macaristan'a akınlar yaptılar. Bizans ile zaman zaman savaşmakla birlikte genellikle iyi ilişkiler kurmuşlardır. Nitekim 1091 yılında Çakan Bey ile ittifak yapan Peçenekler'i ağır bir yenilgiye uğratarak, Bizans'ı kurtarmışlardır. Kıpçak ülkesi, 1238-39 yılarında Altınorda Hanı Batu han tarafından tamamen işgal edilmiştir. Kıpçakların bir kısmı Macaristan'a çekilmişler, bir kısmı da İtil Bulgarları ile karışarak Kazan Türklerinin oluşmasında önemli rol oynadılar. Karadeniz'in kuzeyinde kalan Kıpçaklardan pek çoğu daha sonraki yıllarda Mısır'a götürülmüş, bir kısmı yüksek mevkilere kadar yükselmiştir. Hatta aralarında sultanlık mertebesine erişenler dahi olmuştur.
OĞUZLAR (Uzlar)
Türk milletinin, her devirde en büyük bölümünü oluşturan Oğuzlar, siyaset ve medeniyet sahasında da en büyük rolü oynamışlardır. İslâmiyet'ten önce Göktürk devletini kuranlar Oğuz soyundan olduğu gibi İslâmiyet'ten sonra, Selçuklu, Harzemşahlar, Osmanlı, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safeviler gibi pek çok Türk devleti de yine Oğuz'dur. Oğuz adı, kabile, boy manası da bulunan ok sözünden eski Türkçede çoğul eki olan z ekiyle türetilmiştir. Oklar, boylar anlamını taşımaktadır. Nitekim Oğuzlar, 24 boy hâlinde yaşamaktaydılar ve bu boy yapılarını her gittikleri yere taşımışlardır.
Peçenekleri önlerine katarak, doğu Avrupa'ya yönelen Oğuzlar, kalabalık Oğuz kütlelerinin bir kısmını oluşturmaktadır. Bunlar kaynaklarda Uz veya Guz şeklinde adlandırılmışlardır. Ruslar ise bunlara doğrudan Türk adını vermişlerdir. Peçeneklerin ardından ileri hareketlerine devam eden Uzların büyük bir kısmı 1064 yılında Tuna'yı geçerek Balkanlara geçtikleri hâlde, diğer bir kısmı da bugünkü Ukrayna'nın güneyinde yerleşmişlerdir. Bunlardan bir kısmı Karakalpak adıyla bilinecektir .
XI. yüzyıl ortalarında Balkanlarda yurt tutan Uz topluluklarının bir bölümü Vardar ovasındaki başka Türk unsurlarla karışarak, buranın tam bir Türk yurdu olmasını sağlamışlardır. Uzlar'ın kalan kısmı Dobruca'da yerleşerek, bugünkü Gagauzlar'ın temelini oluşturmuşlardır.
SABARLAR
Büyük Hun Devleti'nin dağılmasından sonra, doğu Avrupa'da görülen kalabalık Türk kavimleri arasında Sabarlar da bulunur. Kaynaklarda Sabir, Sibir biçimlerinde de gördüğümüz Sabar adı, Türkçe sapan, yol değiştiren, serbest manasındadır. V. yüzyılın ikinci yarısında doğudan Juan Juan baskısı karşısında, Batı Sibirya civarındaki yurtlarını terk ederek batıya doğru göç etmişlerdir. Ural ve Altay dağları arasındaki geniş bozkırlarda yaşayan Onogurlar'ı da önlerine katarak, İtil-Don ırmakları arasında ve Kafkasya'nın kuzeyinde Kuban ırmağı boyunda yerleşirler (515). Sabarlar, bu bölgede Bizans ve Sasaniler ile temas kurmuşlardır.Bir defasında Sasaniler ile anlaşarak Bizans'a, doğu Anadolu eyaletleri üzerine büyük bir akın yapmışlardır (516). Bu devirde başlarında Balak isimli hükümdarları vardı. Sabarlar, üstün savaş teknikleri ile Bizans-Sasani mücadelesinde bazen Sasaniler'i, bazen de Bizans'ı desteklemişlerdir.
558 yılına gelindiğinde, Göktürklerin önünden kaçan Avarlar, Bizans ile anlaşarak Sabar devletine son vermişlerdir. V. ve VI. yüzyıllarda Batı Sibirya ve Kafkasya'nın kuzeyinde önemli roller oynayan bu Türk kavminin hatırasına, Sibirya adı zamanla bütün Kuzey Asya'yı ifade eder olmuştur.
TÜRGEŞLER
Türgeşler, Batı Göktürklerinin bir koludur. İlk oturdukları bölge Altay dağlarının güney batı etekleri idi. M.Ö-M.S. 30'da Göktürk devletinin yıkılmasıyla güçlerini artırdılar. On boy hâlinde yaşayan Türgeşler, 657 yılından sonra Çin'in baskısı ile batıya göçüp etrafa yayılmışlardır. Bunlardan daha kalabalık olan beş boy İli ırmağı boylarına gelip yerleşmişlerdir . Sarı Türgeşler diye adlandırılan bu kısmın başında Baga Tarkan bulunuyordu. Daha batıda Talas bölgesine gelmiş olan diğer beş boy ise Kara Türgeşler adıyla bilinmektedirler. Baga Tarkan, batıdakilerin de katılmasıyla siyasî bir birlik oluşturmuş, güneyde ünlü bir ticaret merkezî olan Tokmak şehrini ele geçirerek burayı da başkent yapmıştır. Şehirleşmeye büyük önem veren Türgeşler, Türkistan'ın önemli şehirlerini ele geçirmişlerdi. Baga Tarkan'ın kendi adına para da bastırdığını biliyoruz.
Batı sınırlarını Sir-Derya'ya kadar uzatan Türgeşler, Batı Türkistan' a hâkim olan Müslüman Araplarla da temasa geçmişlerdir. 681 yılında Göktürk Devletinin yeniden kurulmasıyla Türgeşler, Göktürkler'in hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalmışlardır. 712 yılında ise Göktürk Kağan'ı Kapagan, Türgeş Kağan'ını öldürerek onun hanedanına son vermiştir. Ancak 717 yılında Türgeşlerin batı kesimlerinin yeniden bir birlik oluşturduklarını görüyoruz. Artık bu dönemde daha da batıya kaymış olan Türgeşler, önceleri Müslüman Arap ilerleyişinin önünde en büyük engel olmuştur. Zamanla boylar arasında rekabetin artması ve iç çekişmeler, Türgeşlerin zayıflamasına sebep olmuştur. 766 yılına gelindiğinde Batı Göktürk sahasında hâkim olmaya başlayan Karluklar, Türgeşlerin siyasî varlıklarına son verirler. Türgeşler, Türklerin şehir ve kültür hayatını benimsemesinde ve batıdaki Türk nüfusunun artmasında büyük rol oynamışlardır. Böylece sonradan Selçuklular gibi büyük devletler kuracak olan Türk topluluklarının bilgi ve becerilerinin artmasını sağlamışlardır. Ayrıca doğu Avrupa'da gördüğümüz Uz, Peçenek gibi Türk kütlelerinin de temelini oluşturmuşlardır.
KIRGIZLAR
Asya Hunları çağından beri varlıklarını bildiğimiz Kırgızlar, o dönemde Hunlara bağlı Ting-linglerle karışık olarak yaşıyorlardı. Yenisey ırmağı boylarında oturan Kırgızlar , 560'da Mukan Kağan zamanında Göktürklere bağlanmışlar, Göktürk Devleti'nin 630'da yıkılmasıyla bağımsız olmuşlardır.
Ancak 681 yılında II. Göktürk Devleti'nin kurulmasıyla, tekrar Göktürk yönetimine girmişlerdir. Uygur Devleti'nin kurulmasından sonra, 758'de Mayan-Çur Kağan tarafından Uygurlara bağlanan Kırgızlar, 840 yılında şiddetli bir hücumla Uygur Devleti'ni yıkarak Orhun bölgesinde kendi devletlerini kurmuşlardır. Ancak bir müddet sonra Kitanlar tarafından buradan çıkarılan Kırgızlar, eski yurtlarına çekilmek zorunda kalmışlardır. Böylece Orhun bölgesi Türk yurdu olmaktan çıkıp, Moğolistan'ın bir parçası haline gelmiştir. Cengiz Han zamanında Moğollar'a boyun eğen ilk Türk kavmi olan Kırgızlar, bu tarihten sonra siyasî bir varlık gösterememişlerdir. Uzun yıllar dağınık ve göçebe olarak yaşayan Kırgızlar, Rus ve Sovyet hâkimiyetinden sonra bugün Kırgızistan adıyla bağımsız bir devlet hâlinde yaşamaktadırlar. Dünyanın en uzun destanı olan Manas destanı Kırgız Türkleri' ne aittir.
KARLUKLAR
Adları kar yığını manasına gelen Karluklar, Göktürklerin bir koludur. ilk yurtları Altayların batı bölgeleri idi. Göktürk çağında Göktürklere bağlı olarak yaşayan Karluklar, I. Göktürk Devleti'nin yıkılmasıyla güçlerini artırmışlardır. Kapagan Kağan zamanında tekrar II. Göktürk Devleti'ne bağlanmakla beraber Uygurlar ve Basmıllar ile birleşerek Göktürkler'in yıkılmasında büyük rol oynamışlardır. Uygurlar ve Karluklar'ın katılmasıyla oluşan Basmıl Kağanlığı'nın Uygurlar tarafından yıkılması üzerine Orhun bölgesinde Uygurlar hâkimiyet kurdular. Uygur Devleti'nin hâkimiyetini tanımak istemeyen Karluklar, Uygur Kağan'ı Bayan-Çur karşısında tutunamayarak (747) batıya kaymışlardır. Burada meşhur Talas Savaşı'nda (751) Türkistan üzerindeki emellerini iyice ortaya koyan Çinliler'e karşı Müslüman Arapların yanında yer alarak, tarihî bir rol oynamışlardır. Böylece Türkistan'da Çin hâkimiyetinin genişlemesi durdurulduğu gibi, Türk hâkimiyeti de güçlenmiştir. Ayrıca Türklerin İslâmiyet'le olan ilişkileri olumlu yönde gelişmiştir. 766 yılına doğru, Batı Göktürk sahasında Türgeş hâkimiyetine son vererek, bu sahada hâkimiyet kurmuşlardır. 840 yılında Uygurların yıkılması üzerine Karahanlı Devleti'nin temelini oluşturdular. Uygurlarla başlayıp, Türgeşlerle gelişen şehirleşme faaliyetleri Karluklar tarafından devam ettirilmiştir.
KİMEKLER
Kimek adının manası kesin olarak bilinmemekle birlikte gemi sözcüğünün ilk şeklinden geldiğine dair görüşler bulunmaktadır. Batı Göktürk topluluklarından biri olan Kimekler, İrtiş ırmağı boylarında yurt tutmuşlardı. Aralarında Kıpçakların da bulunduğu çeşitli boylardan oluşan bir federasyon şeklinde yaşıyorlardı. Kimekler, önce Batı Göktürklerine, ardından aynı sahada hâkimiyet kuran Türgeşlere bağlandılar. Türgeş hâkimiyetinin zayıflamasıyla Kimekler, VIII. yüzyılın ortalarında bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmışlardır. Önceleri başlarında Tutug unvanlı biri bulunurken, devletlerinin kurulmasından sonra bu Yabgu olarak değişmiştir. Kimekler'i meydana getiren boylar zamanla dağılarak değişik bölgelere yayılmışlardır.
BÜYÜK HUN İMPARATORLUĞU
Türkler'in ilk kurdukları imparatorluk Hun İmparatorluğu'dur. Türkler'in daha eskiden de devletler kurduklarını biliyoruz, ama Hun Devleti çok geniş bir saha üzerinde başka milletleri de idaresi altına alan büyük bir devlet olduğu için, ona imparatorluk adını veriyoruz.
Hun İmparatorluğu Hun Türkleri tarafından M.Ö. 220 yılında kuruldu. Hunlar bugünkü Moğolistan bölgesinde, yâni Çin'in kuzey-batısında yaşıyorlardı. Bu bölgede hâkimiyet kurdukları ve genişlemeye başladıkları için Çinliler onları büyük bir tehlike sayıyorlardı. Gerçekten Hunlar, askerlikteki üstünlükleri sayesinde Çin ordularını devamlı bozguna uğratıyorlardı. Bu yüzden Çin Devleti, Hun saldırılarını önleyebilmek için Hun-Çin sınırı boyunca büyük bir duvar örmeye başladı. Çin Şeddi veya Büyük Çin Duvarı denen savunma hattı işte böyle ortaya çıkmıştır (M.Ö. 214). Sonraları Ming Hanedanı zamanında yenilenen bu büyük duvarın bâzı kısımları çok sağlam bir şekilde günümüze kadar ayakta kalmıştır.
İlk büyük Hun hükümdarı Teoman Yabgu'dur (M.Ö- 220). O zamanlarda Türk hükümdarlarına "Yabgu" deniyordu. Teoman Yabgu birbirinden ayrı yaşayan Türk boylarını birleştirerek ilk Türk birliğini gerçekleştirmişti. Bu çağda Türkler'in askerî üstünlüklerinde süvarilerin pek önemli bir yeri vardı. Çinliler atla çekilen savaş arabaları kullanıyorlardı, ama süvârî orduları yoktu. Türk atlıları çok sür'atli hareket kaabiliyetine sahip oldukları için Çin birliklerini istedikleri yerde çeviriyorlar, düşman olunca da çabucak çekiliyorlardı. Onlara ummadıkları anda birdenbire hücum ediyorlardı. Çinliler bu yüzden ordularını Hunlar gibi donatmak zorunda kaldılar; askerlerini Hunlar gibi giydirdiler. Ama ne Çin Duvarı, ne Çin orduları, Hunlar'ın Çin içlerine kadar girmelerini engelleyebildi.
Teoman Yabgu'dan sonra Hun tahtına oğlu Mete Yabgu geçti. Mete zamanında Hun İmparatorluğu'nun toprakları Japon Denizi'nden Hazar Denizi'ne kadar uzanıyordu. Bu topraklarda çeşitli Türk kavimlerinin yanısıra öbür Altaylı kavimler de yaşıyorlardı. Mete devri, Hun İmparatorluğu'nun en parlak devridir (M.Ö. 209-174).
Hunlar zamanında Çinliler medeniyet bakımından çok ileri bir durumdaydılar. Hem nüfusları ve orduları çok kalabalık, hem medeniyetleri parlak olduğu hâlde Hunlar'la başa çıkamadılar. Bu da gösteriyor ki, Hun başarısının sebebi yalnızca askerî güç değildi. Gerçekten Hunlar teşkilâtçılık ve idare bakımından çok gelişmişlerdi. O sırada Çin'in ayrı ayrı prenslikler hâlinde bulunmasından da faydalanarak, Kuzey Çin'de sık sık iktidarı ele alıyorlardı. Fakat Çinliler'in şehir hayâtına kapılan sınır boyu Türkleri yavaş yavaş Çinlileşiyor. Çinli prenseslerle evlenen Hun hükümdarlarının saraylarında Çin âdet ve gelenekleri yerleşiyordu.
Mete'den sonra gelen Yabgular zamanında Çinliler'le ilişkiler arttı. Özellikle evlenme yoluyla Türk ve Çin hükümdar âileleri arasında yakınlıklar doğdu. Bu yakınlıklar ise Hunlar'ın iç işleri bakımından birçok karışıklıklara yol açtı. Yine de Hun İmparatorluğu Milâttan Önce Birinci Yüzyıl'a kadar üstünlüğünü devam ettirdi. Bu yüzyılda ise Türk beyleri arasında taht kavgaları artabildiğine arttı. Çinliler de bu kavgalardan faydalanarak, Türkler'i zayıflatmayı bildiler. Ancak Çinliler'in Hohan-Şu dedikleri Yabgu'nun 27 yıllık imparatorluğu zamanında ve Çiçi Yabgu devrinde devlet eski gücünü biraz olsun toparlayabildi.
Milâttan sonraki ilk yüzyılda Hun İmparatorluğu Doğu ve Batı Hunları olmak üzere iki ayrı devlete bölündüler. Bunlara Güney ve Kuzey Hunları da denir. Milattan sonra üçüncü yüzyılın başlarında (220) başka bir Türk kavmi olan Siyenpi'ler Hunlar'la iktidar mücadelesine giriştiler. Sonunda Moğollar'ın ve bazı Türk boylarının da yardımıyla Hunlar'ın hâkimiyetine son verdiler. Büyük Hun İmparatorluğu târihte bilinen eski imparatorlukların en büyüğü idi. Hun hükümdarlarından Mete, Hohanşu ve Cici Yabgular, dahî denecek kadar büyük birer kumandan ve devlet adamı idiler. Bu büyük şahsiyetler hakkında Çin târihlerinde verilen bilgiler, en büyük düşmanlarının bile onlara hayran kaldıklarını gösterir.
Mete Kağan ve Oğuz Destanı
Mete, Teoman Yabgu'nun oğlu ve veliahdi (kendisinden sonra hükümdar olacak kimse) idi. Ama Teoman Yabgu'nun başka bir eğinden de bir oğlu olmuştu ve bu kadın Teoman'dan sonra Mete yerine kendi oğlunun hükümdar olmasını istiyordu. Sonunda Teoman'ı kandırdı. Ama Mete Buna razı olmadı ve derhâl bir ordu toplayarak Hun tahtını ele geçirmek üzere yola çıktı. Böylece Türk târihinde ilk defa bu şehzade (prens), devlet uğruna babasıyla taht kavgasına girişiyordu. Osmanlı İmparatorluğu zamanında da ilk defa Birinci Murâd'ın oğullarından Savcı (Yıldırım Bâyezîd'in ağabeyisi) babasına karşı çıktı; sonra İkinci Bâyezîd'in oğlu Selim (Yavuz) babasıyla taht kavgasına girdi. Kanûnî'nin çok sevdiği eşi Hurrem Sultân kendi oğlu Selîm'i (İkinci Selim) velîahd yapmak isteyince, pâdişâhın öbür oğulları (Mustafa ve Bâyezîd) da babalarına isyan ettiler.
Mete çok yüksek kaabiliyetli bir komutandı. Topladığı ordu ile babasını yendi ve Hun tahtına oturdu. Çin târihleri onun üstün meziyetlerini ve yaptığı büyük işleri uzun uzun anlatırlar. Devletinin ve milletinin işleri için kendi çıkarlarını hiçe sayardı.
Anlatılanlara göre bir defasında Hunlar zor durumda kalmışlar ve Çinliler'den barış istemişlerdi. Çinliler barış için Mete'nin en sevdiği atını istediler, hemen verdi. Ama Çin hükümdarı bununla yetinmedi, başka şeyler de istedi. Mete kendine ait nesi varsa hepsini birer birer veriyordu. Sonra Çinliler sınırda küçük bir arazî istediler. Burası hiçbir ise yaramayan kurak, kumlu bir topraktı. Ama Mete buna çok sinirlendi ve şöyle dedi:
"Benden ne istedinizse verdim, çünkü onlar benim maltındı. Ama bu toprak benim değil, milletimindir. O toprağı korumak için savaşır, canımı veririm."
Türklerin Oğuz Kağan Destanı'ndaki Oğuz Kağan'ın Mete olduğu söylenir. Oğuz Kağan'ın Şehnâme'de ve Divân-ı Lugati't Türk'de adı geçen Alp Er Tunga olduğunu söyleyenler de vardır. Oğuz Kağan Destanı şöyledir:
Günlerden bir gün Ay Kağan bîr erkek çocuk doğurdu. Çocuk kara saçlı, kara kaşlı, ela gözlü, kırmızı ağızlı idi. Perilerden daha güzeldi. Çocuk, anasından yalnız bir defa süt emdi. Bir daha emmedi. Konuşmaya başladı. Çiğ et ve şarap istedi. Kırk günden sonra büyüdü. Yürüdü. Oynadı. Ata bindi. Geyik avına bağladı. Günlerden sonra, gecelerden sonra bir yiğit oldu. Bahadır oldu.
Oğuz Kağan denen bu bahadır bir gün Tanrı'ya yakarmakta idi. Birdenbire etraf karanlık kesildi. Gökten bir ışık düştü. Bu ışık aydan da, güneşten de parlaktı. Oğuz Kağan gördü ki bu ışığın içinde bir kız var. Bu kız çok güzeldi. Yüzünde ateşli, ışık saçan bir beni vardı. Kutup Yıldızı gibi İdi. Gülse, mavi gök de gülerdi. Ağlasa, mavi gök de ağlardı.
Oğuz Kağan bu kızı görünce aklı başından gitti. Kızı sevdi, aldı. Kız, Oğuz Kağan'a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine "Gün", ikincisine "Ay", üçüncüsüne "Yıldız" adını koydular.
Oğuz Kağan gene bir gün ava gitti. Gördü ki gölün yanında bir ağaç var. Bu ağacın kovuğunda bir kız oturuyor. Çok güzel bir kız. Saçlar bir ırmağın akışı gibi. Dişleri inciye benziyor. Gözleri gökten de mavi.
Oğuz Kağan'ın aklı başından gitti. Yüreğine ateş düştü. Onu sevdi, aldı. Bu kız da Oğuz Kağan'a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine "Gök", ikincisine "Dağ", üçüncüsüne de "Deniz" adını verdiler.
Bu çağda, sağ yönde Altın Kağan denen bir kağan vardı. Altın Kağan, Oğuz Kağan'a elçi gönderdi. Pek çok altın,gümüş, yolladı. Pek çok kız, yakut, inci gönderdi. Oğuz Kağan'a saygı gösterdi. İtaat etti. Oğuz Kağan, Altın Kağan'ın itaatini kabul etti. Sonra kırk gün yürüdü. Buz Dağı denen dağa geldi. Çek soğuktu. Çadırını kurdurdu.
Tan yeri ağardığı zaman Oğuz Kağan'ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan; gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt, Oğuz Kağan'a dedi ki :
- "Ey Oğuz, artık ben önünde yürüyeceğim."
Bundan sonra Oğuz Kağan çadırları toplattı. Yola koyuldu. Ordusunun önünde gök tüylü, gök yeleli, büyük erkek kurt yürüyordu. Ordu, kurdu takip ediyordu.
Nice günlerden sonra kurt durdu. Oğuz Kağan da ordusunu durdurdu. Burada İtil denen bir ırmak vardı. Oğuz Kağan düşmanla karşılaştı. Savaş çok çetin oldu. Okla, kılıçla vuruşuldu. İtil Suyu düşman kanından kıpkızıl oldu ve Oğuz Kağan üstün geldi.
Gök tüylü, gök yeleli kurt gene öne düştü. Oğuz Kağan'ı Sind Ülkesi'ne götürdü. Oğuz Kağan burada da çok düşmanla vuruştu. Düşmanı yendi. Bu ülkeyi de yurduna ekledi. Geri döndü.
Oğuz Kağan'ın yanında ak sakallı, boz saçlı, çok akıllı ihtiyar bir kişi vardı. Anlayışlı, doğru bir adamdı. Oğuz Kağan'ın veziri idi. Adı "Uluğ Türk" idi.
Uluğ Türk günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanmıştı. Üç gümüş ok da kuzeye doğru gidiyordu. Uluğ Türk uyandıktan sonra, düşte gördüklerini Oğuz Kağan'a anlattı:
- "Ey Kağanım," dedi. "Hayat sana hayırlı olsun. Gök Tanrı, düşümde gördüğümü yerine getirsin. Dilediği yeri sana versin."
Oğuz Kağan, Uluğ Türk'ün sözlerini beğendi. Öğüdünü dinledi. Oğullarım topladı. Şöyle dedi:
- Gönlüm av diliyor. Kocadım. Kuvvetim kalmadı. Gün, Ay ve Yıldız; siz Doğu tarafına varın. Gök, Dağ ve Deniz; siz Batı tarafına varın...
Bunun üzerine Oğuz Kağanın oğullarının üçü Doğu tarafına, üçü de Batı tarafına gitti. Gün, Av ve Yıldız çok geyikler, çok kuşlar avladıktan sonra yolda bir altın yay buldular. Yayı aldılar. Babaları Oğuz Kağan'a verdiler. Oğuz Kağan sevindi. Yayı üç parça etti ve dedi ki :
- "Ey büyük kardeşler, yay sizin olsun..."
Gök. Dağ ve Deniz de çok geyikler, çok kuşlar avladıktan sonra yolda üç gümüş ok buldular. Okları aldılar. Babaları Oğuz Kağan'a verdiler. Oğuz Kağan sevindi. Okları küçük oğullarına pay etti ve dedi ki:
- "Ey küçük kardeşler, bu oklar sizin olsun..."
Oğuz Kağan bundan sonra ulu kurultayı toplantıya çağırdı. Halkı da davet etti. Büyük meşveret edildi. Oğuz Kağan yurdunu oğullarına pay etti. Onlara verdi. Dedi ki :
- " Ey oğullar ben çok yaşadım. Çok savaşlar gördüm. Çok ok attım. Çok ata bindim. Düşmanlarımı ağlattım . Dostlarımı güldürdüm. Gök Tanrı'ya borcumu eda ettim. Sizlere de yurdumu veriyorum..."